İş Bankası Kültür Yayınlarından Dirk C. Fleck’in bilimkurgu romanı “Go! Eko-Diktatörlük”; Gezegen’imizin “tam bir gaz odasına” nasıl çevrildiğini kurgusal bir şekilde gözler önüne seriyor.
Yazar kitabında; çevresel felaketlerin kaçınılmaz sonuçları üzerine kurgulanmış bir distopya üzerinden, insanlığa önemli mesajlar iletmektedir. Fleck'in bu romanı aynı zamanda, iklim değişiliğinin ve çevre sorunlarının küçümsendiği bir dünyada nelerin yaşanabileceğini ortaya koymaktadır.
Romanda, nükleer atık ve nihayetinde nükleer (radyoaktif) kirliliğin yol açabileceği tehlikeler de kurgusal bir dille anlatılmaktadır. Roman, Baltık Denizi’nde depolanan nükleer atıkların yol açtığı kirlenme neticesinde; ormanların yok oluşu, insanların salgın hastalıklara yakalanması, Baltık Denizi’nde hiçbir canlı kalmaması gibi korkunç bir dispotik gelecekle, bizleri uyuduğumuz uykudan uyandırmaya çalışmaktadır.
Ama görünen ve bilinen sona doğru hızlı bir şekilde ilerlediğimiz şu günlerde bu ve benzer kitapların, belgesellerin, uyarıların çok da etkisi olmuyor. “Olursa bakarız; nasıl olsa teknoloji bir çözüm bulur” şeklindeki erteleyici, piyasa odaklı yaklaşım dünyanın hazin sonuna çare değil!
Kitabı yeni okuyup bitirmişken Finlandiya’da nükleer atıkların bir ormanda depolanması için çalışmaların tamamlanmak üzere olduğunu okuduğumda “kehanet gerçeğe dönüşüyor” diye düşünmekten kendimi alamadım. Haber şöyle;
Finlandiya, nükleer yakıt atıklarını jeolojik bir mezara gömerek dünyada bir ilki gerçekleştirmeye hazırlanıyor. Plan, kullanılan nükleer yakıtı su geçirmez kaplar içinde paketleyip yer seviyesinin yaklaşık 400 metre altında, Finlandiya'nın güneybatısındaki bir ormanda depolamayı içeriyor. Bu depo, atıkları gelecek 100.000 yıl boyunca güvenli bir şekilde saklamayı amaçlıyor.
İlk önce tanımlardan başlayalım;
Nükleer Atık Nedir?
Nükleer atıklar, kullanılmış yakıttan radyoaktif kirliliğe maruz kalmış iş kıyafetine kadar her şeyi kapsar ve yüksek radyoaktiviteye sahip olmaları nedeniyle çevre ve insan sağlığı açısından ciddi tehlikeler barındırır. Bu atıklar binlerce yıl boyunca zararlı olabilecek şekilde kalabilirler.
Her atık türü, yarılanma ömrü bir milyon yıla kadar giden radyoizotopların bir karışımından oluşur. Yarılanma ömrü, radyoaktif maddenin yüzde elliye kadar bozulması için gereken süredir. Plutonyum 239’un yarılanma ömrü 24.360 yıldır ve on defa yarılansa bile hala çok tehlikelidir.
En tehlikeli ve uzun ömürlü radyoaktif atıklar nükleer enerji santralleri tarafından üretilir. Bu atıkların güvenli bir şekilde depolanması ve bertaraf edilmesi zordur; binlerce yıl boyunca risk teşkil ederler.
Nükleer Kirlilik Nedir?
Nükleer kirlilik, radyoaktif maddelerin çevreye yayılmasıyla oluşan kirlilik türüdür. Bu kirlilik, nükleer santrallerin, nükleer silah testlerinin, radyoaktif atıkların yanlış bir şekilde yönetilmesi veya nükleer kazaların bir sonucu olarak meydana gelebilir.
Nükleer enerji santrallerinin neden olduğu iki tür kirlilik vardır.
Radyoaktif Kirlilik:
Bir kaza durumunda çevreye yayılan radyoaktif maddeler, su kaynaklarını, toprağı ve havayı kirletir. Bu kirlilik, tarım ürünlerini, hayvanları ve insanları doğrudan etkiler.
Termal Kirlilik:
Nükleer santraller, büyük miktarda soğutma suyu kullanır ve bu suyu daha sıcak bir şekilde çevreye geri bırakır. Bu durum, su ekosistemleri üzerinde termal kirlilik yaratarak canlı yaşamını olumsuz etkiler.
1976 yılında Three Mile Adası’nda (ABD), 1986 yılında Çernobil’de (Rusya) ve 2011 yılında Fukuşima’da (Japonya) meydana gelen nükleer kazalar, kontrolsüz nükleer reaksiyonlara ve büyük miktarda radyoaktif maddenin çevreye yayılmasına ve dolayısı ile radyoaktif kirliliğe sebep olmuştur.
İklim Değişikliği Bağlamında Nükleer Enerji
Nükleer enerjiyi savunanların en temel argümanı; küresel ısınmayı durdurmak için sera gazı üretmeyen nükleer enerjiye ihtiyacımız olduğudur. Temiz enerji elde etmeye devam etmek ve gezegenin ısınmasını engellemek için 2050 yılına kadar nükleer enerji santrallerinden elde ettiğimiz enerjiyi en az iki katına çıkarmamız gerektiği; ayrıca nükleer enerjiden vazgeçersek tekrar fosil yakıt kullanımının artacağı ileri sürülür.
Nükleer enerji temiz enerji kullanımına imkan vermesi nedeniyle iklim değişikliğinin önlenmesine veya yavaşlatılmasına hizmet edebilir; ama maliyeti gerçekten çok yüksek…
Bu nedenle 2011 yılında meydana gelen ve 19.000 kişinin ölümüne neden olan Fukuşima nükleer kazası ile güvenli nükleer santral fikri çökmeye başladı. Almanya başta olmak üzere bu kazadan sonra birçok ülke nükleer politikalarında değişikliğe giderek enerji santrallerini kapatmaya ve yenilebilir enerjiye yönelmeye başladı.
Bugüne kadar üç önemli nükleer kaza tecrübe ettik ve birçok insan hayatını kaybetti; acılar yaşandı; milyarlarca dolar zarar meydana geldi. Ancak halen beterin beterini görmemiş olabiliriz.
Nükleer santraller büyük su kaynaklarına bitişik inşa ediliyor. Bu da onları su baskınlarına ve tsunamilere karşı hassas hale getiriyor. Ayrıca nükleer kazaların meydana gelme ihtimali her zaman var (Bazıları bu fikre karşı çıkıyor; uçaklarında düşme ihtimali var, ama onları kullanmaya devam ediyoruz).
Eylül 2023 tarihi itibari ile 32 ülkede faaliyet gösteren 410, inşa halinde 57 nükleer santral var. Yeni bir nükleer santral inşa etmek çok maliyetli. Başlangıç sermayesini karşılamak için gerekli olan sürenin santralin yaklaşık olarak ömrüne eşdeğer olduğu ileri sürülüyor. Tesis miadını tamamladığında söküm maliyeti buna dahil değil. Bu nedenle faaliyetine son vermesine rağmen nükleer atıkları nakledilmemiş birçok tesis var.
Nükleer enerji üretiminde en önemli problem sahası şu: Yarım asırdan biraz fazla bir süredir kullanılan nükleer enerjinin ürettiği atıklardan kurtulmanın makul bir yolu henüz bulunamadı. Bu atıklar yanlış depolama nedeniyle veya kötü niyetli insanların eline geçtiğinde yıkıcı etkilere sebep olabilir. Almanya her yıl bir milyar doları radyoaktif atıkların depolanmasına harcıyor.
Nükleer Atıkların Tehlikesi Nedir?
Nükleer atıkların doğaya sızması büyük bir çevresel felakete yol açacaktır. Radyoaktif maddeler, toprak ve su kaynaklarını kirletir, bu da biyoçeşitlilik üzerinde geri dönüşü olmayan zararlara neden olur.
Nükleer kazalar ya da depolamada başarısızlık durumunda, bu atıkların atmosfere karışması ise uzun vadeli iklimsel etkiler yaratır.
Dirk C. Fleck’in Go! Eko-Diktatörlük romanında, insanlığın doğaya ve çevreye verdiği zararlar üzerine sert bir eleştiri bulunur. Fleck,
"İnsanın hoyratça sömürüsüne artık tahammül edemez hale geldiğinde, Doğa’nın intikamı da acı olacaktır" der.
Nükleer atık yönetimindeki herhangi bir başarısızlık, doğanın bu intikamını tetikleyebilecek en tehlikeli faktörlerden biridir.
Finlandiya’nın Jeolojik Atık Depolama Girişimi
Finlandiya, 2025 yılında dünyanın ilk kalıcı nükleer atık depolama tesisini açmayı planlıyor. Bu tesis, ülkenin kuzeyindeki bir yeraltı mağarasında yer alacak. Tesis, nükleer atıkları yerin 400-500 metre altında, su geçirmez beton kaplı çelik silindirler içinde depolayacak.
Bu şekilde, nükleer atıkların çevreye zarar vermesinin engellenmesi planlanıyor. Finlandiya’nın önerdiği jeolojik mezar stratejisi, nükleer atıkların uzun vadeli güvenliğini sağlamak için şimdiye kadar geliştirilmiş en kapsamlı yöntemlerden biri olarak değerlendiriliyor.
Ancak, bu çözüm çevre ve iklim değişikliği açısından tamamen risksiz mi? İşte bu sorunun yanıtı, planın uygulanabilirliği kadar önemli.
Finlandiya’nın Jeolojik Atık Depolamasının Çevresel Riskleri
Finlandiya’nın nükleer atıkları güvenli olduğunu savunduğu bir alana gömerek çözme planı, nükleer atık yönetimi konusunda önemli bir adım olarak görülse de, bu planın çevresel ve iklimsel riskleri tamamen ortadan kaldırdığını söylemek mümkün değildir.
Bazı çevreler, nükleer atıkların en az 100 bin yıl boyunca güvenli bir şekilde depolanmasının hedeflendiğini; bu süre zarfında, nükleer atıkların radyoaktifliğinin büyük ölçüde azalacağını ve çevreye zararsız hale geleceğini iddia ediyor.
Ayrıca nükleer atıkların depolanması için uygun bir yer seçildiği; bölgenin jeolojik olarak istikrarlı ve deprem riski düşük bir bölge olduğu ifade ediliyor.
Uygulamanın potansiyel çevresel riskleri küçümseniyor.
Öngöremediğimiz bir nedenle depolama alanında meydana gelebilecek bir sızıntı, toprağı ve yeraltı su kaynaklarını kirletebilir.
Ayrıca, uzun vadede fay hatlarının değişmesi sonucu büyük depremler gibi jeolojik hareketler ya da insan müdahalesi gibi faktörler, depolama alanının güvenliğini tehlikeye atabilir.
İklim değişikliği, Finlandiya’nın nükleer atık depolama planının uzun vadeli güvenliği açısından önemli bir diğer endişe kaynağıdır. Küresel ısınma ve iklimdeki değişiklikler, gelecekte jeolojik hareketlerin hızlanmasına ve beklenmedik çevresel değişimlere neden olabilir. Bu da, Finlandiya’nın öngördüğü 100.000 yıllık güvenlik süresini tehlikeye sokabilecek bir unsur olarak karşımıza çıkar.
100.000 yıldan bahsediyoruz. Dünya’mız jeolojik olarak sadece 11-12 bin yıldır istikrarlı iken (Holosen dönemi) gezegeni 1000 yıl sonra nelerin beklediğini nasıl öngörebiliriz?
Akkuyu Nükleer Santrali’nin Atıkları Ne Olacak?
Türkiye için durum farklı mı? Nükleer atık ve kirlilik sorunları bize uzak mı? Nükleer santral gelecek nesillere ne vaadediyor?
Akkuyu Nükleer Santrali'nin işletmecisi, Rusya'nın Rosatom şirketi ile yapılan mevcut anlaşmalara göre, yüksek seviyeli radyoaktif atıklar, yani kullanılmış yakıtlar, geri dönüşüm veya nihai depolama amacıyla Rusya'ya geri gönderilecektir. Bu atıkların Türkiye'de kalıcı olarak depolanması öngörülmüyor.
Bununla birlikte, düşük ve orta seviyeli radyoaktif atıkların, santral sahasında özel olarak tasarlanmış geçici depolama alanlarında saklanması planlanmaktadır. Bu tür atıklar genellikle santralin çalışması sırasında oluşan hafif radyoaktif maddeleri içerir ve daha düşük risk taşır; ancak yine de dikkatli bir şekilde yönetilmeleri gereklidir.
Akkuyu Nükleer Santrali'nin atıklarının yönetilmesi de uzun vadeli güvenlik ve çevresel etkiler konusunda belirsizlikler ve riskler içermektedir. Olması gereken sıfır risk imkansızdır.
Santral mevcut ise insan hataları, santralin işletilmesinde veya atıkların taşınması esnasında kazalar, depremler ve atıkların depolanmasına yönelik anlaşma maddelerinde değişiklikler yapılması olasılık dahilindedir.
2023 yılında Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremlerin Akkuyu Nükleer Güç Santralı’nın inşa faaliyetlerinin sürdüğü Mersin’de de hissedilmesi tehlikenin ciddiyetini gözler önüne sermiştir.
Sonuç
İklim değişikliğini durdurmak veya yavaşlatmak için nükleer enerjiye ihtiyaç var mı? Bu riski almaya değer mi? Bu tam bir paradokstur.
Nükleer santraller, sağladığı faydalardan çok daha fazla risk ve tehlike içermektedir. Nükleer enerji dikensiz gül bahçesi değildir. Bunun farkında olan Almanya, 2023 yılında son üç nükleer enerji santralini de kapatarak nükleer santrali olmayan ülkeler safına katılmıştır.
Nükleer santraller insanlığın enerjiye olan iştahını gidermek adına başvurulan, ancak ardında silinmez derin izler bırakan yapılar olarak karşımıza çıkar. Temiz (Karbonsuz) enerji üretim kapasitelerine rağmen, bu devasa tesisler aslında doğanın kırılgan dengesiyle sürekli bir çatışma halindedir. Kontrol altında olduğunda bile, insanoğlunun elindeki büyük ve ciddi bir tehlikeye dönüşebilir.
Dahası, nükleer santrallerin ürkütücü mirası olan radyoaktif atıklar, zamanın bile silemeyeceği izler bırakır. Bu atıklar, binlerce yıl boyunca insanlık için bir tehdit unsuru olarak varlığını sürdürürken, bu tehlikeli mirasın güvenle saklanacağı bir yer bulmak imkansızdır. Depolama alanları, belki de yüzyıllar sonra doğanın öfkesiyle açığa çıkacak bir Pandora’nın kutusundan farksızdır. İnsanın, doğanın güçlerini kontrol altına alma hevesi, bu atıklarla birlikte Gezegen’in kaderini de karartabilir.
Nükleer enerji, görece geçici çözümler sunarken, ardında bıraktığı kalıcı tehlikelerle insanlığın geleceğini tehlikeye atan bir paradoksa dönüşür.
Akkuyu da çok tehlikeli atıkların Rusya ya götürüleceğine inancım yok ne yazık ki.